bilgi ilgi ister

anatema

                                                           AGORAFOBİ

Panik bozukluğu olan çoğu kişinin belirli bir derecede agorafobisi olur. Agorafobi terimi çoğu kez yanlış anlaşılan bir terimdir. Birtakım kişiler, bunun, açık alanlarda bulunmaktan korkma olduğunu sanırlar. Bir kesimi de, bunun, evde ayrılma korkusu olduğunu düşünür.

Agorafobisi olanların çok küçük bir yüzdesi açık alanlardan korkar, böyle bir korku duyma, panik bozukluğu olan kişilerde oldukça az görülen bir durumdur.

Dahası, ancak çok ağır agorafobisi olanlar evden çıkmak istemezler.

Agorafobi, bir panik atağının yaşanması ya da panik atağı benzeri belirtilerin ortaya çıkması durumunda, yardım sağlanamayabileceği ya da kaçmanın zor olabileceği ortamlarda ya da durumlarda bulunmaktan korkma olarak tanımlanır.

Agorafobisi olan kişilerin bulunmaktan kaçındıkları ortamlar için verilebilecek örnekler şunlardır:
• Kalabalık yerler: Süpermarketler, sinemalar, tiyatrolar, alışveriş merkezleri, spor etkinlikleri
• Kapalı yerler ve kaçmanın zor olabileceği yerler:
• Tüneller, metrolar, dar, basık ve küçük odalar, asansörler, uçaklar, otobüsler, uzun bir sırada bekleme
• Araba kullanma: Uzun yollar ve köprüler, karışık trafik. Arabada yolcu olmakta da zorluk çekebilirler.
• Evden uzakta olma: Birtakım kişiler, evlerinin çevresinde, belirli, güvenli bir uzaklık belirlerler ve belirledikleri uzaklığın ötesine geçmekte zorlanırlar. Seyrek de olsa, evden çıkmak tümüyle olanaksız bir duruma gelebilir.
• Tek başına olma:

Özellikle yukarıda sözü edilen durumlarda, tek başlarına kalmakta zorlanırlar.

Birtakım insanlar için agorafobi çok hafif bir durumdur, sözgelimi yalnızca uzun uçak yolculuklarında panik ataklarının olacağından korkabilirler, bir kesiminde de agorafobik kaçınma davranışı  hiç bulunmaz. Ancak başka bir kesiminde agorafobi öylesine ağır olabilir ki kişiyi evin dışında bir etkinlikte bulunmaktan tümüyle alıkoyar. Panik bozukluğu olan çoğu kişide bu iki ucun arasında bir durum bulunur.

KAYNAK:   dragilus.com




                                                                                          AŞIRI UYUMA

Aşırı Uyuma Bozukluğunun Sebepleri Nelerdir?
-Narkolepsi sendromu: Merkezi sinir sisteminde REM veya diğer adıyla D uykusunu idare eden mekanizmanın bozulması ile ortaya çıkan anormalliğe NARKOLEPSİ denir. Narkolepsi, aşırı uyuma arzusu, uyku felci, hipnogojik hallusinasyonlar ve katalepsi olarak 4 şekilde gelişir. Uyku felci; Hasta gündüz uyanık iken, birkaç saniye müddetle hiçbir kasını oynatamaz duruma gelir. Uyku felcinin sona ermesini müteakip hasta uyuma ihtiyacı duyar.  Hipnogojik hallüsinasyon ise hasta uykuya dalmak üzere iken veya uykudan uyandığı zaman birkaç saniye müddetle tuhaf sesler ve görüntüler algılar. Bu zaman içinde dehşete kapılır ve çok korkar. Hallünasyonlar geçince şuuru yerine gelir, yanıldığını anlayıp normal akıl durumuna döner.   “Katalepsi “ ise çoğu zaman çene ve baş kaslarında nadiren bütün vücut kaslarında kontrolün kaybolması halidir. Kaslarda aniden başlayan gevşeme, organların sarkarak anormal bir görünüş kazanmasına yol açar.
1-Alkol ve diğer bastırıcı ilaçlar.
2-Uyku-uyanıklık çizelgesinde bozulma.
3-Mastruasyon (aybaşı) ile gelen aşırı uyku.
4-Huzursuz bacak sendromu ve uyku apneleri.

Aşırı uyku bozukluklarının hemen hepsi, on ile yirmi bir yaşları arasında ortaya çıkmakta; kırk yaşına doğru da kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Kırk yaşından sonra devam eden aşırı uyku bozuklukları bir rahatsızlık işareti sayıldığından dikkatle incelenmesi gerekmektedir.

Gece vardiyalarında çalışanlar, gece ders çalışmayı alışkanlık haline getiren öğrenciler, akşamları alkol ve uyuşturucu alanlar, gece eğlencelerine düşkün olanlar, cinsel arzularını kontrol altında tutmasını bilemeyenler aşırı uyku bozukluğu çeken hastaların büyük ekseriyetini oluşturmaktadır



                                                                                             BLUMIA NEVROZA

Adipozite, şişmanlık enerji bilançosunun bozukluğundan olabildiği gibi artmış yeme gereksinimi ile fazla kalori alınması sonucu da meydana gelebilir. Bu bozukluk büyük bir olasılıkla, acıkma-doyma mekanizmasının uyarılmasına bağlıdır ki, bunda psikovegetativ etkiler de rol oynayabilmektedirler.

Merkezi hipotalamustan yönetilen acıkma ve doyma duyusu, besin alımının düzenlenmesi yani bedenin enerji harcaması ile kalori alımının birbirine uyması konusunda önemli sinyaller verir. Şişmanlarda bu sinyal fonksiyonunda bir bozukluk vardır. Acıkma ve doymanın düzenlenmesi duruma uygun biçimde yönetilemez ve kişi fizyolojik açlığı ile doymasını yeterince algılayamaz. Açlık ve tokluk duygusunun yoğunluğu daha çok gerçeğe uymayan duygusal durumlarla karartaştırılır.

Şişmanlardaki patolojik derecede artmış olan yeme davranışı bir yandan açlık duygusunun artmış olması, öte yandan da tokluk duygusunun azalmış olmasına, yani sonuçta her iki duygunun algı niteliğinin bir arada bozulmasına bağlıdır. Patolojik yeme davranışına bağlı olarak. artmış kalori alımı, şişmanların çoğunda onları hoş olmayan duygulardan (narsistik zedelenmelerden, depresyondan) korumaya yarar ve obje yitimi durumlarında daha da sivri bir davranış gösterir.

Bu patolojik ruhsal durumlar genellikle çok yoğun cinsel gelişim öncesi gelişim bozuklukları temeline dayanır. Yemek yeme ile kişi için hoş olmayan duyguların hafifletilmesi sağlanır Böylece kişi geçici de olsa kendini ruhsal açıdan biraz dengelenmiş hisseder.

Bazı hallerde ise yeme sırasında aşırı neşe, öfori durumuna rastlanır. Sonuç olarak, şişmanlarda psikolojik savunma nedenlerinin fizyolojik bir eyleme dönüştürülerek yararsız biçimde kullanılmaları söz konusudur.

BELİRTİLERİ
- Kişide kilo alma korkusu, yeme gereksinimini kontrol edememesine neden olur.
- Ruhsal travmalarda, çalkalanmalarda kriz halinde yeme davranışı gözlenir.
- Aşırı yemek yemenin rahatsız edici etkisiyle kusma amaçlı ilaç kullanımı görülür.
- Sosyo-ekonomik kültür düzeyi yüksek bireylerde görülme sıklığı daha fazladır.
- Cinsel güçlerinde bir azalma gözlenir.
- Kilo verme amaçlı yapılan diyet ve egzersizlere rağmen zayıflama gözlenmez.
- Normal beden ağırlığının çok üstünde bir ağırlığa sahiptirler.



                                                                                              EQ

Hayat yüksek zekalı ama başarısız insanlarla doludur. Bu kişiler zekaları yüksek olmasına rağmen, gerektiği yerde gerektiği gibi davranmamış ve hayatta kaybetmişlerdir. Örneğin, zekalarını sadece toplumu yermek için kullanmış veya her şeyi küçümsediklerinden ya da basit gördüklerinden, uğraşmaya değer bulmamışlar, böylece sıradan insanların vardıkları beceri ve başarı düzeyine ulaşamamışlardır.

İnsanlarla iyi ilişki kuramamışlar, belirli bir hedefe doğru gidememişlerdir. Tembelliklerini yenememiş veya zekalarını kötü amaçlar ve uğraşlar için kullanmışlardır. Zeka bir güçtür, kullanılmaz ya da iyi bir amaç için kullanılmazsa, hiç bir işe yaramaz ya da sadece yıkıcı olur.

Hayatta başarılı olmak için zeki olmak yetmez, duygusal zekanın da yüksek olması gerekir. Duygusal zeka son yıllarda yeni bir kavram olarak ileri sürülmüş olmakla beraber, eskiden beri bilinen akıllı ve uyumlu davranış özelliklerinden başka bir şey değildir. İnsanlarla iyi iletişim kurmak, ne zaman ne yapacağını bilmek, fırsatları iyi değerlendirmek, belirli olumlu bir amaca doğru ilerleyebilmek, kararlı olmak, gelip geçici esintilerden etkilenmemek gibi nitelik ve becerileri içerir.

Duygusal zekanın belli başlı özellikleri şunlardır:
· Kendini tanıma: Duygusal zekası yüksek olan kişi, duygu ve düşüncelerinin, tercihlerinin, eğilimlerinin, zayıf ve kuvvetli yanlarının farkındadır. Yeteneklerini, eğitimin ona sağladığı donanımı bilir. Bunlara dayanarak kararlar alır, kendine hedefler seçer, yani seçimleri ve amaçları kendiyle ilgili gerçeklerle uyumludur.

· Duygularını kontrol edebilme: Anlık başarılardan, hazlardan uzak durmayı bilir. Sonradan pişman olacağı duygu patlamalarına kapılmaz, gereksiz atılganlıklar yapmaz. Karamsar ya da endişeli duygulara kapılmaz, bunların kendisini yapmayı planladığı işerden uzaklaştırmasına izin vermez. Bunları yatıştırmak ve özümsemek için bir yol bulabilir. Düşüncelerini ve eylemlerini belirli bir hedefe odaklayabilir.

· Kendiliğinden güdülenme: Kendi hedeflerini kendisi belirler, başkalarının zorlaması olmaksızın, bunları gerçekleştirmek için tüm çabasını ve yeteneklerini ortaya koyar, hedefine kilitlenebilir, bundan heyecan ve zevk duyar. Hedeflerin peşinden giderken geçici hazlarını erteleyebilir. Bir sınava girerken ya da bir çalışmayı yürütürken, heyecanını başarıyı artıracak şekilde kullanabilir. Başarısızlığa uğradığında umut ve iyimserliğini korur, yeniden deneyebilir.

· Başkalarının duygularını paylaşma: Diğerlerinin hissettiklerine karşı duyarlıdır. Kendini onların yerine koyabilir. Böylece karşı tarafın duygularını kavrar ve derinliği olan, uyumlu bireysel ilişkiler geliştirebilir.

· Toplumsal etkinlik: Kişiler arası çatışmaları çözmekte başarılıdır. Bir ilişkinin ve grubun nabzını tutar. Dile getirilmemiş paylaşılan duyguları ifade edebilir. Bir grubun organizasyonunda liderlik nitelikleri sergiler ve kişiler bunu doğallıkla kabul eder.

Duygusal zeka kalıtsal özellikler, çocukluk deneyimleri ve öğrenme sonucu oluşur. Bir diğer deyişle, duygusal zekayla ilgili becerilerin çoğu öğrenme ve alıştırmayla geliştirilebilir. İleri yaşlarda davranış kalıplarının değiştirilmesi zor ya da imkansızdır. Mümkün olsa bile, kişi becerilerini kullanacağı alanı ve zamanı yitirmiştir. Buna karşılık çocukluk ve ilk gençlikte kazanılan tepki biçimleri ve beceriler yaşam boyu sürer, bu nedenle duygusal zekanın geliştirilmesi en iyi fırsatın çocuklu dönemi olduğu söylenebilir.



                                                                                         ÖFKE

√ Öfkenin ifadesi :
Öfke sadece insanlarda varolan bir duygu değil, her canlı organizmanın tehdit karşısında olaylara gösterdiği doğal bir tepkidir. Afetler de genellikle beklenmeyen olaylar oldukları için insanın varoluşunu tehdit eder. Sağduyumuz, öfke duygumuzu nereye kadar götüreceğimiz konusunda önümüze sınırlar koymaktadır.

Ancak afetler sırasında yaşanan panik ve şok karşısında herşey karmakarışık olabilir. En başta artık hayatımız karmakarışık olmuştur. Öfke duygularıyla başa çıkmak için bilinçli ya da bilinçsiz bazı yollar kullanırız. Bunlar kısaca; İfade etme, bastırma ve sakinleştirmedir

Öfkeyi saldırganlıkla değil de sözel olarak ifade etmek, bunlar içinde en sağlıklı yoldur. Bunu yapabilmek için, istediklerimizin ne olduğunun farkına varmalı, bunları açık ve karşımızdakini incitmeyecek bir şekilde aktarmalıyız.

İkinci yol, öfkeyi bastırmaktır. Kızgınlığınızı içinizde tutup, onu düşünmemeye çalışıyor ve dikkatinizi daha olumlu birşeylere yönlendiriyorsanız, bu yolu kullanıyorsunuz demektir. Bu bazan işe yarasa da sürekli olarak bu yolu kullanmak, çok sağlıklı olmayabilir.

Eğer kızgınlık doğru bir biçimde ifade edilemezse, bir süre sonra bu duygu kişinin kendisine döner ve yüksek tansiyon, psikosomatik rahatsızlıklar (ülserler, allerjiler vb.) ya da depresyon gibi sorunlara yol açabilir.

Öfke yaşadığınızda kendinizi sakinleştirmeye çalışmak, üçüncü seçeneğinizdir. Nefes alıp verişlerinizi, kalp atış hızınızı kontrol ederek, kendinizi fizyolojik olarak sakinleştirip, içinizdeki öfke duygusunu hafifletebilirsinz.

√ Öfkenin Yönetimi :
Öfke yönetimi tekniklerinin amacı, kızgınlığın ve öfkenin yol açtığı duygusal ve bedensel tepkileri azaltabilmektir. Siz de kızgınlığa yol açan insanları, olayları yok edemezsiniz; onlardan kaçınamazsınız; onları değiştiremezsiniz.

Yapabileceğiniz tek şey bu insanlar ya da olaylar karşısında gösterdiğiniz içsel ve dışsal tepkilerinizi kontrol edebilmek, onları yapıcı bir şekilde yönetebilmektir. Eğer zaman zaman kontrolü kaybettiğiniz oluyorsa ya da kaybedeceğinizden korkuyorsanız, bir psikologtan yardım isteyebilirsiniz. √ Öfkemizi boşaltmak iyi midir?
Psikologlar artık bunun çok yanlış ve tehlikeli bir inanç olduğunu göstermişlerdir. Araştırmalar, kızgınlık duygusunun boşaltılması nın kızgınlık, öfke ve saldırganlığı daha çok arttırdığını ve sorunu çözmek için hiç bir yararı olmadığını göstermektedir.

Onun için en iyisi, öfkenizi neyin başlattığını bulmak ve kendinizi öfkeyle kaybetmeden, bu nedenlerle başa çıkabilme yollarını öğrenmektir. Örneğin, asıl kaygı duyduğunuz şey, kendinizi güvencede hissetmeme iken, bambaşka bir şeye bağırıp çağırabilirsiniz.

√ Hangi Yöntemler Öfkenizin Taşmasını Önler?
Gevşeme: Derin derin nefes alın, sakinleştirici durum ve manzaraları zihnimizde hayal ederek canlandırmaya çalışın .Bu sakinleşmemize yardımcı olur.

√ Deneyebileceğiniz bazı basit yöntemler şunlardır:
Karnınızı dolduracak şekilde derin nefesler alın; göğsünüzün üst kısmıyla nefes almanız sizi rahatlatmaz. Nefes alıp verdiğinizde göğsünüz değil, karnınız şişmelidir. Derin nefeslerinizi alırken, kendi kendinize tekrar tekrar Gevşe! ya da Sakin ol! diyerek telkinde bulunun.

Hayal ederek sizi gevşetecek bir yer ya da ortamı düşünün ve gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Geçmişte çok sakin olduğunuz bir yeri hatırlayın.
Bu teknikleri hergün pratik yaparak ezberlerseniz, daha sonra karşılaşacağınız gergin ortamlarda otomatik olarak uygulayabilirsiniz.

√ Düşünceleri Değiştirme :
Öfkeli insanlar düşüncelerini küfrederek, bağırıp çağırarak ifade etme eğilimindedirler. Kızgın olduğumuz zaman genellikle, olayları istemeden abartılı ve çarpıtılmış olarak algılarız. Bu tür düşünce biçimlerinizi farkedin ve yerine daha mantıklı olanları yerleştirin.

Örneğin kendi kendinize, Eyvah, herşey mahvoldu! gibi bir şeyler söylemek yerine, Dünyanın sonu değil ve buna şimdi öfkeleniyor olmam bu olayı olmamış hale getirmeyecek. diyebilirsiniz. Her iki düşünceyi de zihninizden geçirerek deneyin. Öfkenizin hangi düşünceyle arttığını ya da azaldığını görün.

Farkında olmadan çok sık kullandığımız ve bizi kızgınlık duygularına hazırlayan, asla ya da her zaman gibi sözcükleri zihninizde yakalamaya çalışın. Hiç bir şey asla düzelmeyecek ya da Her zaman haksızlığa uğrayan ben olurum. gibi cümleler oldukça hatalıdır. Öfke duygunuzda haklı olduğunuzu düşünmenize de yol açar. Durumla ilgili yargıyı koyduğunuz için problemin çözümüne de katkıda bulunmaz.

Mantık öfkeyi yener, çünkü öfke haklı bir nedene bağlı olsa da, çok çabuk mantık sınırlarını aşabilir. Bu yüzden öfkelendiğinizi hissettiğinizde mantığınıza sığının. Kendinize Tüm dünyanın size kazık atmaya çalışmadığını hatırlatın. Sadece, yaşamın iniş ve çıkışlarından bazılarını yaşadığınızı düşünün. Öfkenizin kontrolden çıkmaya başladığı her zaman, bu yönteme başvurun. Bu daha dengeli bir bakış açısını yakalamanıza yardımcı olacaktır.

Öfkeli insanlar her şeyi talepkar bir şekilde isterler, diğer deyişle kendilerine hak görürler. Bu durum, adalet için de böyledir, takdir, kabul, onay, vb. için de böyle. Herkesin bu değerlere ihtiyacı vardır. Elde edemeyince hepimiz üzülür, incinir, hayal kırıklığına uğrarız. Ama kızgın ve öfkeli insanlar, bunları talep ederler.

Talepleri karşılanmayınca, hayal kırıklıkları engellenme duygusuna, o da öfkeye döner.. Bu insanlar, düşünceleri üzerinde çalışıp onları yeniden yapılandırırken, bu talepkàr özelliklerinin farkına varmalı ve beklentileri ni, arzular a dönüştürmelidirler. Diğer deyişle, istediği herhangi bir şey için, Bana verilmeli ya da Benim olmalı demek yerine, Bana verilmesini isterdim. diye düşünmenin daha sağlıklı olduğunu görmelidirler.

√ Problemi çözme :
Bazen öfke duygularımız yaşamımızdaki gerçek ve kaçınılmaz sorunlardan kaynaklanıyor olabilir. Kızgınlık duyguları böyle zamanlarda bu zorluklar karşısında yaşanan doğal ve sağlıklı duygulardır. Böyle durumlardaki en yararlı tutum; önce durumu değiştirip değiştiremeyeceğimizi araştırmaktır. Değiştirebileceğimiz bir şeyse çözüm yolları araştırılabilir.

Değiştirilemeyecek bir durumsa, çözüm için uğraşmak yerine, yapılacak en iyi şey sorunla yüzleşmektir. Elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışın ama, yanıtları hemen bulamıyor, sonuca hemen ulaşamıyorsanız, kendinizi cezalandırmayın.

√ Daha iyi iletişim :
Öfkeli insanlar genellikle düşünmeden yargılama ve bu yargıları yönünde davranma eğilimindedirler. Bu yargılar da bazen çok gerçek dışı olabilmektedir. Eğer çok elektrikli bir tartışma içine girdiyseniz, ilk yapacağınız şey ;

Yavaşlayıp gösterdiğiniz tepkileri gözlemek olmalıdır. Aklınıza gelen ilk şeyi söylemeyin, yavaşlayın ve asıl söylemek istediğinizi düşünün. Aynı anda karşınızdakinin de söylediklerini duymaya ve anlamaya çalışın. Hemen cevap vermeyin.

Öfkenizin altında ne yattığını da anlamaya çalışın. İnsanın eleştirildiği zaman savunmaya geçmesi doğaldır, ama siz de saldırıya geçip savaşmayın. Onun yerine söylenenlerin altında yatanı bulmaya, asıl söylenmek isteneni dinlemeye çalışın.

Ya da belki o ortamdan biraz uzaklaşıp rahatlamak isteyebilirsiniz. Ama kendinizin ya da karşınızdakinin öfkesinin kontrolden çıkmasına izin vermeyin. Sükúnetinizi korumanız, durumun raydan çıkıp bir felakete dönüşmesini engelleyecektir.

√ Mizah kullanın :
Mizah, çeşitli yollarla öfkenizin yoğunluğunun azalmasına yardımcı olabilir. Herşeyden önce daha dengeli bir bakış açısı sağlar. Birine öfkelenip de belli sıfatlarla etiketler takmaya başladığınızda, bir an durun ve o insanın gerçekten o şey ya da öyle olduğunu düşünün. Bu sahneyi gözünüzün önüne getirin.

Örneğin birine, muşmula ya da odun kafalı gibi sıfatlarla saldırdığınızda, o kişiyi gerçekten bir muşmulaymış ya da odundan bir kafası varmış gibi hayal edin ve gündelik işlerini o şekilde yaptığını gözünüzün önüne getirin.

Eğer karşınızdaki insanı benzettiğiniz şeyin ne olduğunu düşünerek kafanızda gerçekten öyleymiş gibi bir resim çizebilirseniz, öfkenizin azalmaya başladığını göreceksiniz. Çünkü mizah sırasında yaşanılan duygularla, öfkenin birarada bulunması mümkün değildir.

Öfkesi çok yoğun olan kişinin davranışlarının altındaki temel mesaj, Her şey benim istediğim gibi olmalı! dır. Öfkeli insanlar kendilerinin ahlaken haklı ve doğru olduklarına inanırlar. Planlarını değiştirmelerine ya da engellenmelerine yol açan her türlü olay/durum, onlar için dayanılmaz bir aşağılanma gibi algılanır. Kendilerinin bu şekilde sıkıntı yaşamamaları gerektiğini düşünürler. Belki başka insanlar sıkıntı çekebilirler ama onlar değil!

Kendinizde de buna benzer bir duyguyu yakalarsanız, kendinizi tüm caddelerin, dükkanların, resmi dairelerin sahibi olan bir tanrı ya da tanrıça gibi hayal edin. Tüm insanların sizin önünüzde eğildiğini, eteğinizi öptüğünü düşünün. Bu hayali görüntülere ne kadar ayrıntı koyarsanız, ne kadar talepkàr olduğunuzu ve ne kadar mantık dışı davrandığınızı o kadar iyi anlayacaksınız. Ayrıca durum ve olayların gerçekte ne kadar önemsiz olduğunu da farkedeceksiniz.

Mizah kullanırken iki noktada çok dikkatli olmak gerekir.
√ Öncelikle mizah kullanmanın, sorunlarınızı gülerek geçiştirmek demek olmadığını, tersine onlarla yapıcı bir şekilde yüzleşebilmeniz demek olduğunu bilmelisiniz.
√ İkincisi de mizah kullanayım derken, alaycı ve aşağılayıcı mizaha başvurmaktan kaçınmalısınız. Çünkü bu da sağlıksız öfke ifadesinin bir başka yoludur.

√ Çevrenizi değiştirmek
Bazen, sinirlenip öfkelenmemize yol açan şeylerin yakın çevremizde olduğunu farkederiz. Sorunlar ve sorumluluklar üzerinize öylesine yıkılır ki düştüğünüz tuzağa ve o tuzağı temsil eden insanlara karşı öfke ile kavrulursunuz.

Biraz ara verin. Gün içinde özellikle stresli olacağını bildiğiniz saatlerde, sadece kendiniz için kullanacağınız bir zaman ayırın. Örneğin çalışan bir anne, eve geldiğinde kendisine ayıracağı bir 15 dakikalık süre olursa, çocuklarının isteklerine, parlamadan daha iyi yanıt verebilir.

♥ Kendinizi rahatlatabilmek için birkaç ipucu daha
√ Zamanlama:
Eğer sevdiğiniz kişiyle belli konuları belli saatlerde konuşuyorsanız ve bu konuşmalar da hep tartışma ile sonuçlanıyorsa, bu tür konuları konuşma saatinizi değiştirin. Belki yorgun, dikkatsiz oluyorsunuzdur ya da bu sadece bir alışkanlık haline gelmiştir.

√ Kaçınma:
Eğer çocuğunuzun odasındaki dağınıklık odanın önünden her geçişte kafanızın tasını attırıyorsa , kapıyı kapatın. Sizi öfkelendiren şeylere bakmaktan kendinizi alıkoyun. Ama, öfkelenmemem için çocuğumun odasını temiz tutması gerekir. demeyin. Konu şu anda bu değil. Konu kendinizi olabildiğince sakin tutabilmektir.

√ Alternatifler bulun:
Bazı olaylar sizi öfke duyguları içinde bırakıyorsa, bunu çözmeyi bir iş edinin ve uygun yollar araştırın.

√ Danışmanlığa ihtiyaç duyuyor musunuz?
• Eğer öfkenizin, kontrolünüz dışına çıktığını düşünüyorsanız, ev ve iş hayatınızın önemli boyutları bu duygudan etkileniyorsa, bir psikoloğun danışmanlığına başvurabilirsiniz.

• Unutmayın, öfkeyi yok edemezsiniz, tüm çabalarınıza rağmen sizi öfkelendirecek olaylar olacaktır.

• Yaşam her zaman için engellerle, acılarla, kayıplarla ve diğer insanların onlardan beklemediğiniz davranışlarıyla dolu olacaktır.

• Bunu değiştiremezsiniz. Ama bu olayların sizi etkileme biçimini değiştirebilirsiniz. Kızgınlık ve öfke tepkilerinizi kontrol ederek, uzun vadede onların sizi daha mutsuz kılmasını önleyebilirsiniz.



                                                                                                                     BEHÇET HASTALIĞI

İlk olarak 1937 yılında İstanbul Tıp Faküıtesinde deri hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Hulusi Behçet tarafından tarif edilmiştir.

Sebep tam olarak bilinmemektedir. Ancak bağışıklık sistemi (immünolojik) bozukluğu veya bir virüsün sebep olması üzerinde durulmaktadır.



Belirtileri
• Ağızda aft (sarı-gri renkte, etrafı kırmızı halka ile çevrili lekecik)
• Tenasül bölgesinde yüzeysel ülser (doku tahribi yarası)
• Gözde ön odacıkta irin (nadiren olmayabilir), üvea (damar) tabakalarının iltihabı gibi üç esas belirtisi bulunur.

Seyri
Hastalık alevlenmelerle seyreder. Deri, eklem ve damarlar da tutulabilir. Nöbetlerde sayılan üç belirti görülür. Bu işaretler birlikte olabilecekleri gibi bir diğerini takip edebilir. Nöbetlerin tekrarlanması arasındaki zaman çok değişir. Genellikle bir ay kadardır. Birkaç ay, bir yıl veya yıllar sürebilir.

Tedavi
• Nöbetler meydana geldiği zaman hastalığın belirtilerini giderecek tedavi yapılır. Sathi olarak kortizonlu pomatlar sürülür.
• Son yıllarda bu konuda çok araştırma mevcut olup ümid verici gelişmeler olmaktadır.



                                                                                       BÖBREK  YETMEZLİĞİ

Böbrek yetmezliği ani (akut) veya sinsi (kronik) seyirli olmak üzere iki şekilde gelişebilir.

√ Akut böbrek yetmezliğinin nedenleri
1. Ağır kanama, kusma, ishal, yanık sonucu kan basıncında düşme
2. Gebelik: Kanamalar, gebelik zehirlenmesi, sağlıksız koşullarda yapılan düşükler
3. Kalp yetmezliği
4. Böbrek hastalıkları: Nefrit, böbrek damarının tıkanması
5.

İdrar yollarında tıkanıklık: Kanser, prostat büyümesi, taşa bağlı tıkanma
6. Ameliyatlardan, özellikle büyük ameliyatlardan sonra
7. İlaçlar: İlaçlara bağlı akut böbrek yetmezliği sık karşılaşılan bir sorundur, bu nedenle ilaçlar kesinlikle doktor denetiminde kullanılmalıdır.
8. Depreme bağlı kas zedelenmeleri

√ Kronik böbrek yetmezliğinin nedenleri
1. Nefrit: Böbrek iltihabıdır.
2. Şeker hastalığı
3. Hipertansiyon
4. Taş, tıkanma, tümör gibi idrar yolu hastalıkları
5. Böbrek kistleri
6. Diğer nedenler

√ Belirti ve bulgular
Gece idrara kalkma, halsizlik, nefes darlığı, çarpıntı, idrar miktarında azalma, hipertansiyon, el, ayaklar ve göz etrafında şişmedir. Böbrek yetmezliğinin erken dönemlerinde belirtiler çok silik olabilir, tek belirti sık gece idrara kalkma olabilir. Gece idrara kalkma akşam çok sıvı (çay, su, karpuz...) alanlarda veya prostat hastalığı olanlarda da görülebilir. Gece idrara kalkan bir hastada başka bir neden yoksa bunun nedeni böbrek yetmezliği olabilir. Bu nedenle sık sık gece idrara kalkanların mutlaka böbrek yetmezliği yönünden araştırılmaları gereklidir. Bu amaçla kan ve idrar incelemeleri yapılmalıdır.

√ Tanı
Böbrek yetmezliğinin tanısı kanda üre veya kreatinin isimli maddelerin ölçülmesi ile mümkündür. İdrar incelemesi, radyolojik yöntemler, kanın biyokimyasal incelemesi ve diğer laboratuvar incelemeleri böbrek yetmezliğinin nedenini anlamaya yöneliktir.

√ Tedavi
Akut ve kronik böbrek yetmezliklerinde tedavi farklıdır. Böbrek yetmezliği tedavisi hastanın özelliğine ve böbrek yetmezliğine yol açan hastalığa göre değişir. Tedavi kesinlikle bir doktor denetiminde olmalıdır. Tedavide en önemli nokta eğer var ise kan basıncı düşüklüğü veya yüksekliğinin kontrol altına alınmasıdır. Beslenme, sıvı ve tuz dengesinin sağlanması ve ilaçlar diğer tedavi yöntemleridir.

Akut böbrek yetmezliği olan hastaların böbrekleri iyi ve yeterli tedavi ile genellikle düzelir.

√ Böbrek yetmezliği ilerler ve kalıcı hale gelirse başka tedavi yöntemleri gerekir:
1. Diyaliz
2. Böbrek nakli



                                                                                                DIABETES MELLITUS

İsim ve belirtilerdeki benzerliğe rağmen bu rahatsızlık şeker hastalığı ile karıştırılmamalıdır. İnsülin (hücrelere enerji temin etmek için vücudun glikozu kullanmasını ve korumasını temin eden hormon) yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan şeker hastalığının (diabetes melitus) aksine, şekersiz diyabet (diabetes insipidus) antidiüretik hormon (ADH) yetersizliği nedeniyle ortaya çıkar.



Bu hormon hipofiz bezinin arka lobu tarafından salgılanır.Eğer antidiüretik hormon yetersizliği varsa, vücutta su dengesini kontrol olayı kaybolur. Uygun sıvı seviyesini korumak için gerekli olan suyu yeniden emmenin yerine, böbrekler suyu dışarı atar.

Belirtiler
- Aşırı susama
- idrar miktarının artışı
- Su kaybı, fiziki çöküntü ve düşük tansiyon koma halini ortaya çıkarabilir.

Şekersiz diyabet hastalığı olanların yaklaşık yarısında rahatsızlığın nedeni bilinmez. Ancak belirtilerin ortaya çıkmasından birkaç yıl sonra bir hipofiz tümörü açıkça görülebilir. Kafada herhangi bir yaralanma veya hipofiz tümörleri için herhangi bir yaralanma veya hipofiz tümörleri için herhangi bir ameliyat nedeni ile hipofiz bezlerinde ortaya çıkan zararlar tanımlanabilen nedenler arasındadır.

Teşhis
En önemli bulgu idrar artışıdır. 24 saatte 5 ila 20 litre idrar çıkarılabilir. Gece ve gündüz her yarım saatte bir idrara çıkılır. İdrardaki bu artış aşırı su kaybına yol açar, sonuçta deri kuruluğu ve aşırı susama hissi ortaya çıkar.

Eğer doktorunuz şekersiz diyabetten kuşkulanıyorsa susuzluk testi yapacaktır. Bu testte şahıs birkaç saat susuz bırakılır. Bu süre içersinde çıkardığı idrar ölçülür. Bu testte, antidiüretik hormonu normal düzeyde olan birinde idrar miktarı azalırken, şekersiz diyabeti olan-da ise idrar miktarı azalmaz. Doktorunuz ayrıca su ve tuz dengesini saptamak için kan testleri yapacaktır.

Şekersiz diyabet hormon takviyesi ile etkili bir şekilde tedavi edilebilir. Belirlenen nedenin (bir tümör veya hastalık) sorunları ortaya çıkardığı durumlar dışında, şekersiz diyabet hastalığı olan bir kişinin normal bir yaşam sürmesi beklenir.

Tıbbi Tedavi
Bir burun spreyi şeklinde veya sentetik bir hormonun enjekte edilmesi ile antidiüretik hormon verilecektir. Bu hormon tedavisi genellikle yaşam boyunca sürer. Ancak bilinen nedenin baştaki bir yaralanma veya herhangi bir ameliyat olduğu durumlarda bir kaç ay ile bir yıl arasında değişen bir süre içerisinde bez normal fonksiyonunu yeniden kazanır hale gelebilir. Bu durumda ilaç tedavisi kesilmelidir.

Thiazid grubundan diüretik bir ilaç da önerilebilir. Diüretiklerin aslında idrar miktarını artırmak için kullanıldığı gerçeğinin yanı sıra, thiazidler bazı kişilerde şekersiz diyabetin tedavisinde etkilidir.

Cerrahi Tedavi
Neden hipofız bezindeki bir tümör ise ameliyat veya radyasyon terapisi uygun olabilir.

Beslenme
Bazı durumlarda sodyumun kısıtlanmasına yardımcı olduğundan, yemeklerde tuz miktarının sınırlandırılması tavsiye edilebilir



                                                                       HİPERTANSİYON

Vücudumuzdaki tüm organlar, sağlıklı bir şekilde işlevlerini yapabilmek için kana, yani kanın taşıdığı oksijen ve besin maddelerine ihtiyaç gösterir.

Kanı tüm organlara düzenli bir şekilde pompalayan da kalbimizdir. Emme-basma tulumba gibi düşünebileceğimiz kalp, organlardan gelen oksijeni azaltıp, kirlenmiş kanı toplayarak akciğerlere gönderir. Akciğerlerde temizlenip oksijenle beslenen kanı da yine damarlar vasıtasıyla organlara iletir.

Dolaşım, kapalı bir sisteme benzer. Kalbimiz bu görevi yerine getirebilmek için düzenli bir ritmde çalışırken dakikada ortalama 70 kez kasılır. Her kasılmada pompaladığı kanın toplam hacmi 5litre dolaylarındadır. Bedenimizdeki damar ağının uzunluğu ise hemen hemen 10.000 km. kadardır. İşte kalbimiz günboyu dokuların ihtiyacını karşılamak için bu damar sistemine kanı pompalayıp durur.

Kalbin kasılmasıyla damarlara doğru yola çıkan kan, buralarda belirli bir direnç le karşılaşır. Vücudumuzdaki kan azalmış olsa da, kalp aynı güçle kanı pompalayacak, en uç noktalara kadar göndermeye çalışacaktır. Tansiyon işte bu kalp damar ilişkisinde, dolaşım sırasında meydana gelen damarlardaki basınçtır. Tansiyonumuz ölçülürken yapılan, damarın her santimetrekaresine düşen basıncı ölçmektir aslında. Bu yüzden de, bir civa sütununun yüksekliği ölçü birimi olarak alınmıştır.

Tansiyon aletiyle ölçülen, damar içindeki kanın akabildiği düzeylerdir. Tansiyon aletinin kolluğuyla, kan damarların içindeki akımı sıkıştırdığımızda, kanın akışı durur. Kolluk içindeki hava yavaş yavaş bırakılıp, kanın engellenmesi durunca kalp atışları yeniden duyulmaya başlar. Buna "sistolik kan basıncı" adı verilir. Yani, bu kalbin kasılma sırasındaki damarlara yaptığı basınçtır. Aynı zamanda buna "sistolik tansiyon"da denir. Halk arasında ise "büyük tansiyon" şeklinde tanımlanır.

Tansiyon aletini boşaltıp, basıncı azalttıkça, öyle bir an gelir ki, kalp atışları duyulmaz olur. Bu artık kanın hiçbir basınçla karşılaşmadan serbestçe damardan geçtiği andır. Kalp artık rahatlamıştır, bir gevşeme anıdır bu. Kan damardan, yalnızca gerilmiş damarların kendi basıncı ile geçmektedir. Buna da "diyastolik basınç", yani "diyastolik tansiyon" adı verilir. Halk dilindeki adı ise "küçük tansiyon"dur.

Adları herhalde "büyük" ve "küçük" olduğundan insanlar nedense büyük tansiyonun önemli olup, küçük tansiyonun daha az tehlikeli olduğunu düşünürler. Oysa hipertansiyonda her iki basınç da artar. Sadece damar sertliğiyle karşılaşmış, damar çeperleri esnekliğini yitirmiş insanlarda, büyük tansiyon yüksekken, küçük tansiyon alt seviyelerde olabilir. Bu maalesef iyi bir belirti değildir ve normal damar yapısının bozulmuş olduğunu gösterir.

Bir yetişkin normal tansiyonu, küçük tansiyon denilen "diyasto lik basıncın" 90 mm, büyük tansiyonun, yani "sistolik basıncın" ise 140 mm. düzeyinden olmalıdır. Bu ölçüleri n üstündeki basınç bir hipertansiyon belirtisidir. Bu kişi büyük bir ihtimalle yüksek tansiyon hastasıdır. Bu birimler her ne kadar, milimetre civa sütunu olarak ölçülse de, 9 ve 14 şeklinde ifade edilebilir. Belirtilerden Anlaşılmayabilir
Özellikle 40 yaşın üstündeki kişilerin yüzde 30'unda hipertansiyona rastlanır. Ancak bunların çoğu bunun farkında bile olmaz. Tesadüf eseri tansiyonu ölçüldüğünde anlaşılır.

Halbuki yüksek tansiyonun da bazı işaretleri vardır: Baş ağrısı ve dönmesi, ateş basması, sık sık susama veya idrara çıkma, çarpıntı, yorgunluk hali, sırt ağrısı hipertansiyon habercisi olabilir.

Hipertansiyonun Sebepleri
• Endokrin (hormonal): Tiroid bezi, böbrek üstü bezleri ve diğer hormon bozuklukları.
• Böbrek hastalıkları
• Kalp ve damar hastalıkları
• Şişmanlık
• Gebelik ve doğum kontrol ilaçları

Bu saydıklarımız sebebi bilinen hipertansiyon faktörleridir. Diğer bölüm, yani esansiyel (sebebi bilinmeyen hipertansiyon) hastaların yüzde 9O'ını oluşturur.

Esansiyel hipertansiyonda şu faktörler roloynar:
• Kalıtım (soyaçekim)
• Cinsiyet ve yaş. 40 yaşın üzeri olan erkeklerde daha sıktır.
• Tuz yeme alışkanlığı
• Şişmanlık ve hareketsizlik
• Sigara ve alkol

Stres ve endişeler Beslenme Tarzı Değişmeli Yüksek tansiyon varsa, herşeyden önce beslenme tarzı değişmelidir. Bu konuda uzmanların tavsiyeleri şöyle:

• Herşeyden önce yağı hayatınızdan neredeyse çıkarmalısınız.Beyaz peynir, yoğurt, süt bile büyük ölçüde yağ içerir. Bu besinleri küçük miktarlarda tüketmeli. Örneğin, beyaz peyniri günde 2 kibrit kutusu büyüklüğünde yemelisiniz. Bunun yanı sıra kaymak, katı margarinler, tereyağı, çikolata, pasta, kremalar, yağlı soslar sofranıza veda etmeli. Kırmızı eti haftada en fazla üç kez yiyebilirsiniz. O da çok az miktarda olmak şartıyla.

• Her türlü kızartma ve karbonhidratlı besinden, yani tatlı ve hamur işlerinden mümkün olduğunca uzak kalmalısınız. Şişmanlatıcı besinlerden uzak durmanız, hem zayıflamamza yardımcı olacak, hem de sizi yüksek tansiyondan kurtaracaktır.

• Bunun dışında hareket etmek de çok önemli. Yürüyüş de en yararlı hareket şekli hiç kuşkusuz. Günde en az 1 saat yol yürümek, damarları açar, dolaşımı hızlandırır ve tansiyonun yükselmesini önler. Kalbi rahatlatır. Bu alışkanlığı hiçbir bahane ileri sürmeden bir an önce edinmelisiniz. Üstelik hareket insanın hem kilo almasını önler, hem de damarlarda dolaşan zararlı yağların azalmasına yardımcı olur.




                                                                               HİPOTANSİYON

Kan basıncının düşük olması nadir olarak görülen bir durumdur. Genel olarak sağlık açısından her hangi bir tehlikesi yoktur; dahası tansiyonu düşük insanların daha uzun yaşasığını ve kalp ve böbrek hastalıklarına daha az yakalandıklarına dair bulgular mevcuttur.



Bununla birlikte, bazı araştırmacılar tarafından sikulatuvar asteni (dolaşım zayıflığı denebilir) denilen bir hastalık tanımlamışlar ve bunun tedavisine yönelik oalrak, kan basıncını yükselten ilaç geliştirmişlerdir. Tansiyon düşüklüğü olanlarda ani kalkışlar sırasında; hafif bir başağrısı ve zihin bulanuklığı olabilir. Bunu engellemenin en iyi yolu pozisyon değiştirirken dikkatli olmaktır.

Sürekli yorgunluk ve halsizlik hissedenlerin bazılarında sinirsel kaynaklı tansiyon düşüklüğü olduğu ileri sürülmektedir. Bu kişilerde uzun süre ayakta durmaya, egzersize veya sıcak ortamlarda uzun süre kalmaya bağlı olarak ani tansiyon düşmeleri meydana gelmektedir. Johns Hopkins Universitesinde gerçekleştirilen bir çalışmada, bu tür rahatsızlığı olanlara bol-tuzlu diyet ve kan basıncını yükselten ilaç vermeyi müteakip hastaların %75 inde, yorgunluk şikayetlerinin ortadan kalktığı gözlenmiştir.

Benzer bir durum yaşlılarda da meydana gelebilir. Yaşlılarda özellikle yemeklerden sonra kanın sindirim organlarına hücum etmesine bağlı olarak, bir halsizlik hissedilebilir. Bu duruma yemek-sonrası tansiyon düşüklüğü adı verilir ve genellikle tansiyonu yüksek olan hastalarda gözlenir.

Bu kişilerde asıl problem, kan basıncının yüksekliğinden dolayı, göreceli olarak dolaşımda azalmış olan kanın hayati organlardan olan beyne pompalanmasının azalmaya uğramasıdır. Eğer böyle bir probleminiz varsa, günde en az 6 bardak su içerek damar içinde dolaşan kan miktarını arttırın ve yemeklerden sonra az bir miktar yürüyün.

Kan basıncı düşük olan yaşlılarda ölüm oranının daha fazla olduğunu iddia eden araştırmacılar bulunmakla birlikte, sorunun kanbasıncından kaynaklanmadığını öne sürenler de vardır; bunlara göre sorun kalpten kaynaklanmaktadır ve tedavi edilebilmektedir.



                                                            ANNE SÜTÜNÜN FAYDALARI

Anne sütü, çocuğun kolay sindireceği, kolay kullanacağı, eksiklik veya fazlalık hallerine yol açmayacak bir gıdadır.

Anne sütü, çocuğun ihtiyacına göre ayarlanmıştır. Bileşimi de, yine çocuğa uygun değişmeler gösterir; şöyle ki emzirmenin başlangıcında, anne sütü laktoz ve su bakımından zengin, yağ bakımından ise, nisbeten fakirdir. Emzirme süresinin sonuna doğru ise bu oranlar yağ lehine değişir.

Bu değişiklik, çocukta doyma hissini kolaylaştırır.

Bu sebeple, her süt verişte anne bir göğsünü sonuna kadar boşaltmalıdır. Bu işlem aynı zamanda süt salgısının devamını sağlar.

Emzirme Annenin Vücudunu Bozar mı?
Emziren kadınlar, aksine emzirmeyenlere oranla gebelik önceki kilolarına daha çabuk kavuşurlar. Çünkü emziren kadının rahmi ve karnındaki yağ dokusu kısa zamanda eski şeklini alır. Memelerin sarkması ise, emzirmekten değil, bebeği erkenden memeden kesmekten kaynaklanır. Çünkü gebelik döneminde memeleri emzirme görevine hazırlanır. Kadın, ne kadar uzun süre bebeğini emzirirse, memeler o kadar rahat ve çabuk eski haline kavuşur. Anne Sütü Bebekleri Doyurur
Anne sütü, bebek mamalarından daha çabuk sindirildiği için, meme emen bebekler mamayla beslenenlere oranla daha çabuk acıkırlar. Ama bu hiçbir vakit onların doymadığı anlamına gelmez. En az altı ay, bebeklerin anne sütüne ve içindeki vitamini ere, minerallere ihtiyaçları vardır.

Anne Sütü ve Çocuğun Ruhi Gelişimi
Çocuk ilk yaş sonuna kadar dış dünya ile ilişkisini (uyarılar almak cevap vermek) bütün beden yüzeyi ve odaklaşmış olarak da ağız ile sürdürür. Ağız yolu ile açlığını giderdiği gibi, annenin duygu ve düşüncelerini de alır. Psikologlara göre ilk yıl esnasında anne ile çocuk arasındaki mevcut hissi ilişkiler, gelişmenin esasını teşkil eder. Annenin çocuğunu kendi sütü ile beslemesi, bu gelişmeyi etkileyen faktörlerden biridir.
ABD'nin önceki yıllarda Japonlar'a iade ettiği Okinova adasında, ruh hastalıklarının son derece az görülmesi 'kadınlara belirli bir süre içinde çocuklarına düzenli bir şekilde süt vermeleri ve onları tam bir anne şefkatiyle sevmeleri"ne bağlanmıştır.

Anne Sütünün Önemi Artıyor
BM çocuklara Yardım Fonu, yani UNICEF, bu konu üzerinde ısrarla duruyor. Bu teşkilatın 2000 yıllık hedefinde başarıyla emzirebilmeleri için bilgilendirilmesi ve kendilerine bu mevzuda yardımcı olunması yer alıyor.

Gelişmekte olan ülkelerde gitgide azalan, bebekleri anne sütüyle besleme alışkanlığı yeniden kazanılırsa, her yıl yaklaşık 1.5 milyon bebeğin hayatının kurtulabileceğ hesaplanıyor. Steril olmayan biberonlardan, aşırı ölçüde sulandırılmış süt tozuyla beslenen bebeklerin ölme ihtimalleri, diğerlerinden daha yüksektir. Anne sütü ise, tam bir besleyicidir, güvenilir, temiz ve masrafsızdır. Ayrıca yaygın enfeksiyonlara karşı mücadelesinde bebeğe yardımcı olur.

Ne var ki, aileler şehirlere yerleştikçe, kadınlar giderek çalışma hayatına atıldıkça ve nihayet daha çok kadın bebek maması reklamlarının tesirinde kaldıkça, biberonla besleme annelerce modern bir metod sanılmakta; buna karşılık emzirme eski, modası geçmiş ve zahmetli bir iş olarak görülmektedir. Geçmişte sanayileşmiş ülkelerde bebeklerin beslenmesinde anne sütü aleyhinde bir gelişme görülmüşken, bugün bu durum değişmekte, anneler ebeklerini emzirmeyi tercih etmektedirler. Eğer geçmişte bu ülkelerde görülen temayül, bugün gelişmekte olan ülkelerde de ortaya çıkar ve anneler bebeklerini biberonla beslemeyi tercih ederlerse daha çok risk taşıyan bu durum, milyonlarca bebeğin ölümüne yol açacaktır.

Bu yüzden bütün anneler aşağıdaki beş temel gerçeği bilmeli, ayrıca bunların uygulanmasında annelere yardımcı olunmalıdır:
1- Yalnız ve tek başına anne sütü: İlk dört ile altı ayda bebeğe verilebilecek en iyi yiyecek ve içecektir.

2- Hemen hemen her anne bebeğini emzirebilir. Bebekler, doğumdan sonra mümkün olan en kısa sürede anne sütü almalıdırlar.

3- Sık emzirme, bebeğin ihtiyacı olan sütün gelmesi için gereklidir.

4- Biberonla besleme, hastalıklara ve ölümlere yol açabilir.

5- çocuğa anne sütü vermeye, bebek bir yaşını doldurduktan sonra da devam edilmelidir




                                                             HEKİMLİK ANDI

Hekimlik Andı Nedir ?
Ülkemizde tıp fakültesini bitirirken mezun olan doktorlara ettirilen yemin ise Hipokrat andının biraz değiştirilmiş ve günümüze uyarlanmış şeklidir.

Hekimlik Andı
√ Hekimlik mesleği üyeleri arasına katıldığım şu anda, hayatımı insanlık yoluna adayacağımı açıkça bildiriyor ve söz veriyorum.



√ Hocalarıma saygı ve gönül borcumu her zaman koruyacağıma,
√ sanatımı vicdanımın buyrukları doğrultusunda dikkat ve özenle yerine getireceğime,
√ hasta ve toplumun sağlığını baş görev sayacağıma,
√ benden hizmet bekleyen kimselerin sırlarına saygılı olacağıma ve onları saklayacağıma,
√ hekimlik mesleğinin onurunu ve temiz töresini sürdüreceğime,
√ meslektaşlarımı kardeş bileceğime,
√ din, milliyet, ırk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime,
√ insan hayatına kesinlikle saygı göstereceğime,
√ baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma,
açıkça, özgürce ve namusum üzerine and içerim.



kronik yorgunluk sendromu

Nedeni genetik farklılıklar Bugüne kadar çok sık gündeme gelen kronik yorgunluk sendromu, aslında genetik yapı farklılıklarından kaynaklanıyor. Kan testiyle kronik yorgun olup olmadığınız anlaşılabilecek..



Nihayet bilim adamları kronik yorgunluğu açıklamak için bilimsel bir neden buldu: Bugüne kadar kronik yorgunluk sendromu, "akşamdan kalma" bir gecenin sabahında ortaya çıkan, aşırı yorgunluk, düşünce bulanıklığı, kesintili uyku ve baş ağrısı belirtileri olarak açıklanıyordu.

Ancak aşırı miktarda içilen içkinin yol açtığı rahatsızlıklar bir gün sonra geçerken, kronik yorgunluk yıllarca sürebilir ve yaşam kalitesini büyük ölçüde bozduğu biliniyor. Belirtileri aynı olmakla birlikte, kaynakları farklı olarak kabul ediliyor ancak net bir açıklama getirilemiyordu.

Bazı bilim adamları bu hastalığın myaljik ensefalomelomiyelitis (ME) ile büyük benzerlikler taşıdığını ileri sürüyordu ancak pek çok uzman bu hastalığın biyolojik bir temeli olduğuna inanıyor.

Londradaki St.George Üniversitesinden Jonathan Kerr ve ekibi 25 sağlıklı deneğin akyuvarlarındaki geniyle, 25 kronik yorgunluk hastasının genini karşılaştırdı ve 9522 genin 35inde farklılıklar saptadı. Kan testiyle
Hastalarda 15 genin dört kat daha faal olduğu, yalnızca bir genin daha tembel olduğunu ortaya çıktı. Kerry bu çalışmasının neticesinde KYS hastalarındaki fiziksel değişiklikleri kesin olarak teşhis ederse, tüm şikayetlerin hasta tarafından "uydurulduğu" yaygın görüşü de böylece geçerliliğini yitirecek.

Londradaki Charing Cross Hastanesinden nörolog Russell Lane "Bu heyecan verici yeni çalışma, son derece karmaşık bir yapısı olan hastalığın moleküler açıdan anlaşılmasını sağlayacak.

Bilim adamları hastalığın teşhisinin kan testleriyle yapılabileceğine işaret ediyor. "Hastalığın büyük ölçüde akyuvarlarda ve bunların faaliyetinde geliştiğini ortaya çıkarttık" diyen Kerrye göre, böylece ilaç ile müdahalenin kapısını da aralandı.

Hastalığın virüs tarafından tetiklendiği yönündeki bulgular, semptomların ortaya çıkış şekli ile birebir örtüşüyor. Epstein-Barr, Q ateşi, enterovirüs, parvovirüs B19 kuşku duyulan virüslerden bazıları.





vitamin mineral eksikliği

Dünyada yaşayan 2 milyar insan, vitamin ve mineral eksikliği yaşıyor. Bu eksiklik, zeka gelişimini engeller, bağışıklık sistemine zarar verir, hasarlı doğumlara neden olur ve bir başka sonuç olarak, ortaya çıktığı bölgelerin ekonomik gelişimini durdurur. Küresel anlamda dikkat edilmesi gereken vitamin listesini sunuyoruz: Folik Asit
√ Nelerde bulunur? Mercimek, yeşillik, nohut, papaya meyvesi.


√ Eksikliğinde ortaya çıkan rahatsızlıklar: Doğumla gelen hasarlar (omurga yarığı ve diğer sinir tüpü bozuklukları); yetişkinlerde kalp rahatsızlıkları.
√ Nereden alınabilir: Un.(Folik asidi un içinde almaya ihtiyacı olan ülke sayısı: 38)

A Vitamini
√ Nelerde bulunur? Yumurta, süt, ciğer, balık, ıspanak, havuç, patates.
√ Eksikliğinde ortaya çıkan rahatsızlıklar: Bağışıklık sisteminde zayıflama, gece körlüğü; embriyon gelişimini engeller.
√ Nereden alınabilir: Süt, yağ, margarin.(Eksikliğini yaşayan çocuk sayısı: 140 milyon.)

Demir
√ Nelerde bulunur? Et, midye, börülce, kıvırcık, brokoli.
√ Eksikliğinde ortaya çıkan rahatsızlıklar: IQ düşüklüğü, yorgunluk, anemi.
√ Nereden alınabilir: ABDdeki mısır gevreklerinin birçoğu demirle güçlendiriliyor.(Eksikliğini yaşayan insan sayısı: 2 milyar.)

D Vitamini
√ Nelerde bulunur? Güneş ışığı, balık yağı, yumurta sarısı.
√ Eksikliğinde ortaya çıkan rahatsızlıklar: Çocuklarda raşitizm; kolon kanseri riski, multipl skleroz ve prostat kanseri.
 √Risk altındakiler: Kuzey iklimlerinde yaşayan esmer tenli insanlar; güneşten yoksun herkes.
SPF-8 tipi güneşlikler yüzünden vücudumuzda üretimi engellenen D vitamini miktarı: % 95

İyot
√ Nelerde bulunur? Deniz yosunu, iyot bakımından zengin kıyı bölgelerinde beslenmiş ineklerden sağılan süt.
√ Eksikliğinde ortaya çıkan rahatsızlıklar: Körlük, zeka bozukluğu, guatr.
√ Risk altındakiler: Buzullar veya seller nedeniyle iyotun sürüklendiği dağlık bölgelerde yaşayanlar (Alpler, And Dağları). Okyanuslardan uzak, alçak bölgelerde yaşayanlar (Orta Afrika, Doğu Avrupa)
√ Nereden alınabilir: Tuz.(Eksikliğini yaşayan insan sayısı: 740 milyon.)




akut karın tedavi karın ağrısı

AKUT KARIN , Kısa sürede tedavi gerektiren bir karın hastalıkları tablosudur. Ani başlar, hızlı ilerler.
Akut hastalıklarda akut bir karar vermek gerekir. Zaman faktörü çok önemlidir. Hastaları bir hastalığa ait gibi değil, bir bütün olarak düşünmek gerekir. En önemli değerlendirme ameliyat mı, yoksa medikal tedavi mi gerektirdiğidir. Bu kesin tanıdan daha önemlidir.

Hikaye:
Akut karın için çok önemlidir.

Diğer tetkikler için bize yön verir.
- Şimdiki semptomlar
- Geçirilmiş operasyon ve hastalıklar

I. Şimdiki semptomlar:
A. En önemli semptom, ağrıdır. Buna ilişkin sorular sorulmalıdır. Tek başına bir şey ifade etmez.
1. Lokalizasyon: Başlangıçta yaygındır. Bu nedenle bir bilgi vermez. Bu viseral fazdır. Dorsal6-Dorsal12 spinal sinirlerle iletilen ağrı vardır ve lokalizasyon vermeyip, yaygın olur. Pelvisteki ağrı ise, L1 ve altındaki spinal sinirlerle iletilir. Viseral ağrı lokalize edilemez. Ancak, somatik fazdaki ağrı lokalize edilebilir. Bu ağrı parietal periton veya mezenterden gelmektedir.

2. Ağrının zamanla değişimi: Özellikle akut apendisit için önemlidir. Başlangıçta ağrı neredeydi, şimdi nerede diye sorulur. Bu soru visseral ağrının somatize olup, lokalizasyon verdiği yeri ortaya koyar.

3. Ağrının başlama zamanı ve yeri: Yavaş yavaş veya ani olarak başlaması.

4. Niteliği: Delici tarzdaki ağrı, çoğunlukla vasküler tıkanma veya perforasyonlarda olur. Yanıcı tarzdaki ağrılar, ülseri düşündürür. Künt ağrılar ise, lokalize edilemezler. Yaygın bir bölgede hissedilir. Çoğunlukla iltahabi hastalıklarda görülür. Akut karında, çoğunlukla künt ve delici tarzda ağrılar olur. Ağrılar aralıklı ise, buna kolik ağrı denir. Düz kas ihtiva eden organlarda olur (biliyer sistem, üriner sistem, GİS, kadın genital sistemi).

Kolik ağrılarda aralıklar çok kısa süreli ise, buna kramp tarzında ağrılar denir. Ağrının aniden ortaya çıkması, perforasyon ve dolaşım bozukluğunu akla getirmelidir. Yavaş yavaş ortaya çıkan ağrılar ise, daha çok iltihabi olaylara bağlıdır.

5. Ağrının vurduğu yer: Radyasyon da denir. Sağ üst kadrandaki patolojilerde ağrı, iki omuz arasına veya tek omuza vurur. Diyafragma komşuluğu yoluyla ya da sempatik sinir sistemi aracılığıyla olur. Üriner sistem patolojilerinde ağrı, üreter trasesi boyunca ve kasık bölgelerine yayılır. Pankreas patolojilerinde ise ağrı, belde kuşak gibi ve sırtta ortada olur. Sol üst kadran ve dalak patolojilerinde ise ağrı, sol omuza vurur ve buna Kehr belirtisi adı verilir. Daha çok sol subdiyafragmatik hematomlarda görülür.

6. Diğer semptomlarla ilişkisi: Örneğin, akut apendisitte önce ağrı, sonra bulantı-kusma olur. Eğer bunun tersi olmuşsa, bu bizi akut apendisitten uzaklaştırır.

B. Bulantı-kusma: Kusmuğun niteliği önemlidir. Obstrüksiyonlarda önce mide içeriğini içeren refleks kusma sonra da obstrüksiyon seviyesine göre fekaloide kadar özellikte kusmalar olabilir. Ayrıca, kanlı veya safralı kusmalar da önemli diğer bulgulardır.

C. Gayta çıkarıp çıkaramama ve gaytanın niteliği: Obstrüksiyon yönünden gaz çıkarma daha önemlidir.

D. Hastanın yedikleri: Akut karın tablosuyla gelen hastaların şikayetlerinin yemekten sonra başlayıp başlamadığı.

E. İdrar yolu belirtileri: Taş ve enfeksiyon ekarte edilmelidir. Idrar ritmi (poliüri, oligüri), yanma ve ağrı olup olmadığı öğrenilmelidir.

F. Kadınlarda genital sistem belirtileri: Periyodlar, son adet tarihi, gebelik durumu, kriminal abortus girişimleri vs öğrenilmelidir.

II. Geçirilmiş hastalık ve operasyonlar:
A. Hematolojik hastalıklar: Orak hücreli anemi özellikle önemlidir. Çünkü akut karın ağrısı krizleri vardır.
B. Kurşun zehirlenmesi: Yine karın ağrılarına neden olur.
C. Metabolik bozukluklar: Diabet, porfiria... vb.
D. Alkol alımı
E. Meslek
F. Allerji

Fizik Muayene:
Bütün olarak ele alınmalıdır.
1. Postür: Peritonit varsa, hasta kolay kolay adım atamaz. Yüz ifadesi, genel davranışları... vb. hep değişir. Taş hastaları ise, yerinde duramazlar.
2. KBB muayenesi: Otitis media ya da tonsillit nedeniyle hastada mezenterik lenfadenit ve buna bağlı karın ağrısı olabilir.
3. Periferik arteriyel nabızlar: Herhangi bir KVS hastalığı ve mezenter arter tıkanmaları açısından değerli olabilmektedir.
4. Akut karın bulgularının varlığı, yaygınlığı ve değerlendirmesi: Hassasiyet, rebound, defans
5. Ödem: KVS açısından önem arzeder.
6. Peteşi, ekimoz
7. Hernilere özellikle dikkat etmek gerekir.
8. Akut karın hastalarında mutlaka rektal tuşe ve hasta kadınsa, vajinal tuşe yapılmalıdır.
9. Parasentez (abdominal tap): Karın içine lokal anestezi ile girip birşeylerin aspire edilmesidir. Negatif parasentez hiç bir şey ifade etmez. Fakat, 0.1 ml kan gelse dahi çok kıymetli bir bulgudur. Ancak, intestinal obstrüksiyon, distansiyon, gebelik ve önceden hastanın ameliyat geçirmesi durumlarında karına iğne sokulmamalıdır. Skarlar ve kitleler üzerinden girilmez. Parasentezde 4 kadranda rektus kasının lateralinden ponksiyon yapılır.
10. Peritoneal lavaj: Linea albadan girilip bir miktar sıvı verilip, karın içi (periton içi) yıkanır ve gelen materyale bakılır.

Laboratuar Tetkikleri:
Mümkün olduğunca minimalde tutulmalı, zaman kaybına yol açılmamalıdır. Fakat rutin olarak CBC, idrar tetkiki ve akciğer grafisi istenir. Pankreatit düşünülüyorsa, serum Ca++ ve amilaz bakılır. Ayakta, sırtüstü yatarak ve sol dekübitis olmak üzere üç yönlü karın grafisi istenebilir Ayrıca anjiyografi, U/S, IVP, IV kolanjyiografi, kan şekeri ve bilirubin tetkikleri de gerekiyorsa istenebilir.

Bütün bunlar sonucu kararlaştırılan tek şey, cerrahi bir hastalığın olup olmadığıdır. Sonra eğer cerrahi bir hastalık düşünülüyorsa, hasta laparatomiye alınır.

Dikkat edilmesi gereken bazı hususlar:
1. Akut karında ateş mutlaka rektumdan bakılmalıdır.
2. Kesin karar verilinceye kadar hastaya analjezik verilmemelidir.
3. Kesin karar verilinceye kadar hastaya ağızdan hiç bir şey verilmemelidir. Baryumlu GIS filmleri çekilmemelidir.
4. Anüsten lavman yapılmamalıdır.

Cerrahi mi yoksa medikal mi kararı verilemeyen hastalar, gözlem altına alınır ve yatırılırlar. Ateş, nabız, tansiyon ve fizik muayene sık sık tekrarlanır. Ağızdan besleme kesilir ve IV sıvı elektrolit verilir.
Hasta ile ilgili tereddütler devam ediyorsa tanı netleştirilmeye çalışılır veya ameliyata gönderilir.





anal fissürler anüste çatlak

anal fissürler. Kadın/erkek oranı 1dir. % 90-95i arka orta hatta bulunur. Geri kalanı da ön orta hatta bulunur. Çünkü, buralardaki deri relatif olarak daha immobildir ve angülasyon vardır. Dışkının travmatizan etkisi buralarda daha fazla olur. Olaylardan yine çoğunlukla düşük posalı yiyecekler ve konstipasyon sorumludur.

Anal fissürlerin üç komponenti vardır. Bunlar:
1. Hipertrofiye anal polip
2.

Sentinel skin tag (deri çıkıntısı)
3. Ülser.

Akut ve kronik formları vardır. Akut formda yüzeyel bir yırtık vardır, ama çok ağrılıdır. Endürasyon ve ödem vardır. Ülser küçüktür. Dışkılamayı takiben damla tarzında kanama görülebilir. Medikal tedaviye iyi cevap verir.

Kronik formda ise, tekrarlayan travmalar sonucu genellikle derin, internal sfinktere kadar uzanan fissürler vardır. Muayene sırasında sıkı bir anal sfinkterin varlığı tesbit edilir.

Defekasyon sırasında ağrı olur. Bu ağrı nedeniyle spazm ortaya çıkar ve rektum yukarı doğru çekilir. Bu angülasyonu daha da artırır. Böylece dışkının travmatize edici etkisi de artar. Hasta defekasyon yapmak istemez. Spazmın da sonucu ile konstipasyon olur ve sert dışkı daha çok travmaya  neden olur. Böylece kısır bir döngüye girilir ve hastalık ilerler.

Klinik tanı kolaydır. Glutealar ayrılınca fissür görülüp tanı konur.
Anal fissürler aynı zamanda bazı diğer sistemik hastalıklarla birlikte görülebilir. Bu açıdan dikkatli olunmalıdır. Çünkü bu hastalıklar, oldukça önemlidir.

Bunların başlıcaları:
1. Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı: Fissürler birden fazladır ve orta hatta değildirler.
2. Epidermoid Ca: Anal fissür orta hatta olmayabilir.
3. Tbc
4. Syphilis
5. Lösemik infiltrasyon

Anal fissür vakalarında mutlaka bu hastalıklar araştırılmalıdrı. Bize bu konuda yardımcı olan en önemli bulgu, hastanın genel kliniği ve fissürün atipik lokalizasyonudur (orta hatta olmayıp, multiple oluşu).

Tedavi:
Önce medikal tedavi denenir. Akut ve travmatik anal fissürlerde etkili olur. Fissür oluşumundaki kısır döngüyü ortadan kaldırmak, temel prensiptir. Bu nedenle hastaya analjezik verilir. Posalı yiyecekler, laksatifler ve sıcak oturma banyoları tavsiye edilir. Medikal tedavi başarılı olmazsa, cerrahi tedavi yapılır.

Çeşitli cerrahi teknikler uygulanır. Bunlar içinde en çok tercih edileni subkutan sfinkterotomidir. LAA yandan internal sfinkter kesilir. Fissüre dokunulmaz, böylece dışkı pasajı kolaylaştırılır ve travmatik etkisi ortadan kalkar. Fissür 10-15 günde kendiliğinden iyileşir.

Ayrıca, fissürektomi ve GAA parmakla anal kanal dilatasyonu da yapılıp kontrolsüz şekilde adaleler yırtılabilir. Sistemik hastalıklarla birlikte olan anal fissürlerde ise, öncelikle altta yatan patolojiye yönelik tedavi uygulanmalıdır. Anal fissür ameliyatlarından birisi olan fissürotomi ise, çok eski bir tekniktir.



apandisit apendektomi

Bağırsakları tanıtırken, kalınbağırsağın onikiparmak bağırsa­ğına bağlanan yerinde, kör bağırsak" adı verilen kısımda, içi boş, yaklaşık 10 santim uzunluğunda bir çıkıntıdan bahsetmiştik.

Bu çıkıntı ya "apendis"; apandisin bakteriler marifetiyle iltihap­lanmasına da "apandisit" diyoruz.

Belirtileri:
• Göbek çevresinde ortaya çıkan bir ağrı ile kendisini belli eder.



• Sonra bu ağrı yavaş yavaş karın alt bölgesine iner_

• Sindirim güçlüğü, kabızlık ya da ishal görülür.

• Hasta sık sık kusabilir.

• Ağız ve dilde kuruluk olması sebebiyle iştahsızhk belirir.

DİKKAT:
• Apandis patladığı takdirde, ateş birden bire yükselir. Karın ön duvarında sertlik görülür. Müdahale edilmediği zaman hasta şoka girer.

Tedavi:
• Belirtiler ortaya çıkar çıkmaz hasta doktora götürülmelidir.
• Ameliyattan başka çaresi yoktur.



hemoroid basur tedavisi

Kalın bağırsağın anüse yakın yerinde meydana gelen şişliğe denir.

İç ve dış hemoroid olmak üzere iki şekli vardır. Aşırı şişman kimselerde, kabızlık sırasında fazla ıkınmalarda, fazla mushil (söktürücü) kullanmaktan, hamilelikte, kalın bağırsağın anüsten önce gelen bölümünde tümör bulunması halinde hemoroid vakalarına sık rastlanır.



Belirtileri:
• Birçok durumlarda hemoroid anüs dışına taşar ve ancak elle içeri itilebilir.

• Dışkılama sırasında kanama görülür.

• Anüs çevresi kaşınır.

• Hemoroidin iltihaplanması halinde ağrı yapar. Ne Yapmalı?

• Hafif vakalarda kaşıntı giderici ve yumuşatıcı merhemler verilir.

• Doktor uygun gördüğü takdirde hemoroid içerisine büzücü bir ilaç injekte edebilir.

• İleri vakalarda kesin tedavi ameliyattır.

• Dışkılama sonunda anüs çevresi çok temiz olarak yıkanmalı; ağrılı durumlarda soğuk kompres uygulanmalıdır.
     kaynak:dragilus.com                                                        geri dön

Bugün 24911 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol